LEVENT KÖMÜR

“Rakı ve meyhane toplumu yatay kesen bir yerde duruyor. ”

4. bölüm konuğumuz Levent Kömür. 2017-2024 arası Tekel’in mirasçısı Mey|Diageo’nun Genel Müdürlüğünü yapan Kömür, Türkiye’de rakı kültürünün gelişmesi için ön ayak oldukları projelerden ve Türkiye’deki rakı tüketim pratiklerine dair deneyimlerinden bahsetti.

 

Levent Kömür kimdir?

İzlemek için

Dinlemek için

Okumak için

Levent Kömür, Türkiye iş dünyasının yakından tanıdığı başarılı bir yönetici. Ancak ünü sadece bundan ibaret değil. Birlikte yaşama, toplumsal cinsiyet, işçi hakları/sendika, sosyal adalet konusundaki hassasiyetiyle ve yaptıklarıyla da öne çıkan, istisnai bir iş insanı. Hal böyle olunca, sohbetimiz de kendisi gibi istisnai bir çerçevede ilerliyor. Üretime dair sorularımıza aldığımız tatmin edici cevaplar bir yandan da hep insana, sofraya, kültüre göz kırpıyor.

Kömür’ün Mey İçki ekibine katılması, 2012’de Pazarlama Direktörlüğü ve İcra Kurulu Üyeliği rolünü üstlenmesiyle başlamış. 2016’da Satış ve Dağıtım Direktörlüğü’nün ardından 2017’de Mey/Diageo Genel Müdürlüğü görevine gelmiş, 2024 yılının Şubat ayında ise görevini tamamlamış. Bu görevin ona ne kattığını sorduğumuzda, tanıma fırsatı bulduğu insanlardan bahsediyor. 

“Cumhuriyet’in Yüzleri: 100 Yılın Rakı Hafızası” projemiz kapsamında biz sorduk, Kömür de meyhane kavramının derin manasından rakının eşlikçilerine, rakının global serüveninden vergilendirmeye kadar pek çok konuda sorularımızı cevapladı.  

Kömür, ilk rakısını ne zaman içtiğini hatırlamıyor. Hayatın doğal akışı içinde ilkler bilinmez diyor: “Aslında hatırlamamak da çok normal çünkü hayatın bir parçası. ‘İlk defa ne zaman güldünüz?’ gibi bir şey sorarsınız ya, aynı. Mesela ilk defa berbere gidişimi hatırlıyorum. Çünkü o hayatın doğal akışını kesmişti. Her şeyi bırakıp berbere gidiyorsunuz. Ama içkiyi ve rakıyı ilk ne zaman içtiğimi hatırlamıyorum. Doğal akışın parçası bir şekilde, herhâlde kiminle içtiğimi hatırlarım, kesinlikle okuldan arkadaşlarla içmişizdir.”  

Kömür, rakının bir aşinalıkla tüketilmesinin makbul olduğundan bahsederken söz meyhaneye geliyor. Meyhaneye bakışını etkileyen en önemli sebeplerden birinin ise deneyimin sınıfsızlığı olduğunu anlatıyor: “Meyhane toplumu yatay kesen bir yerde duruyor. Toplumu yatay kestiği için de belli bir zümreye ait bir yer değil. O yüzden demokratik bir ortam. Toplumun her kesiminden insanla karşılaşıyorsunuz. Dolayısıyla herhangi bir alt sınıfa, üst sınıfa ait olmasından çok, sınıfsızlığı değerli kılıyor. Meyhanenin kapısından girerken sınıfsal ya da sosyoekonomik açıdan tanımlayacak her şeyi kapının dışında bırakıyorsunuz ve öyle giriyorsunuz içeriye gibi geliyor bana. Belki çok romantik bir tanım ama genelde de bunu yaşadım.” 

Sevdiğimiz çoğu meyhanenin artık yerinde olmadığından, kapandığından söz ediyoruz. Kendisinde iz bırakan meyhanelerin kapanması sebebiyle sürekli yeni meyhaneler keşfetmeye çalıştığını söylüyor Levent Kömür. Hal böyle olunca, konu değişime geliyor. Yaşamdaki her şeyin değiştiği gibi, meyhane tanımı da değişiyor elbette. Bu noktada Kömür’e yükselişteki “yeni nesil meyhaneler” hakkındaki düşüncelerini soruyoruz biz de. O ise “yeni nesil meyhaneleri”, “yeni nesil kulüp” olarak tanımlıyor: “Onlar yeni nesil meyhane değil bence, yeni nesil kulüp. Bunu kötü ya da iyi anlamda söylemiyorum. Kulüp dediğimiz mekânlar, yüksek sesle müzik dinlenen, insanların yemekten daha fazla içki tükettikleri, yüksek enerjili mekânlardır. Kulübü tanımlayan özelliklerden biri yüksek enerjidir. Meyhaneyi tanımlayan özelliklerden biri de düşük enerjidir baktığınızda. Çünkü demlenmek demek, her şeyin yavaş yavaş ilerlemesi demektir. O yüzden bu durum kendi içinde ters düşüyor. Ama bu da esasen meyhanenin ne kadar toplumun parçası hâline geldiğini gösteriyor. O kadar hayatın parçası ki, kendi olmadığı şeye bile kendi ismini vermiş. Bu bir şeyi daha gösteriyor aslında, meyhanenin tanımsız bir şey olduğunu. Siz nerede kendinizi rahat hissediyorsanız orası meyhanedir. Yeni nesil meyhane ortamında kendinizi rahat hissediyorsanız orası meyhanedir. Deniz kıyısında bir yerde kendinizi rahat hissediyorsanız orası meyhanedir. Ağırlıklı balık yenen bir restoranda kendinizi rahat hissediyorsunuz orası da meyhanedir. Öyle ya da böyle ayak uydurmuş hep ama değişmeyen bir tek belki de ismi kalmış. Her şey değişiyor, bir tek ismi değişmiyor.” 

Sözü meyhaneden rakı kültürüne getirirken, elbette Kömür’ün tam ortasında durduğu üretim ve tüketim alanına dair sorularımız da var. Mey|Diageo’nun rakı üretimine bakışının kültürle el ele olduğunu iyi biliyoruz. Şirketin kültürel katkılarından bahsederken üretim tarafındaki yenilikleri es geçmek istemiyoruz. Kraft Rakı, Yenilikhane ve anason ıslahı gibi yenilikçi projeleri de soruyoruz. “Kraft zaten rakının doğasında var.” diyor Kömür. “Tekel’den önce bilmem kaç yüz tane rakı markası varmış. Bunların hepsi kraft aslında baktığınızda, tam tanımı bu. Sonuçta bir şekilde devlet tekelde toplayıp bu rakı markaları sayısını üçe indirmiş. Biz şimdi tekrar bu döneme geri dönmeye çalışıyoruz. Kraftın en büyük etkisi bu; yoksa bu yöntemle iyi yapılır, şu deredeki dağdan gelen suyun ikinci damlasının damıtılmasından sonra anasonları da falan şöyle yaparsak gibi bir şey değil bu. Çok önemli etki yaratmasının, gerçekten kültüre ve insanların yaşam tarzına dokunabilmesinden geçtiğine inanıyorum, kraftın en büyük artısı bu noktada gelecek. O sayede ilerleyecek, yükselecek kültür. (…)
Yenilikhane bilindik araştırma geliştirme merkezlerinden değil. Kendi evinde hiç ölçeği olmayan çok az sayıda üretilen rakı markalarına ev sahipliği yapması en büyük heyecan verici yanı benim için. Bir buçuk, iki senede iki yüz çeşit rakı üretildi. Tabii hepsi piyasaya sunulmadı, öyle bir şey yok ama zaten bu yeniliklerin gelmesi en önemli yanı. (…)
Biliyorsunuz iklim krizi ve bu küresel ısınma en çok hammaddeleri etkiliyor. Hammaddelerin yetiştiği toprakları, coğrafyaları etkiliyor; anason ve üzüm gibi sadece belli iklimlerde yetişebilen ürünler için de epey sıkıntı yaratıyor. Son on sene içinde anasonunun yetiştirildiği Burdur, Isparta, Eskişehir bölgesi de çok etkilendi. Anasonun rekoltesinde ve kalitesinde düşüş meydana geldi on sene önceye kıyasla. Ege Üniversitesi’ndeki bilim insanlarıyla bir araya geldik. Onların da bu konuda projeleri varmış ve anason tohumunu ıslah etmeye başladık. Amaç da yeni iklim koşullarına dayanabilen güçte anason yetiştirmek. 5 bin tohumla başladık, elene elene üçe kadar indi. Bunları biz bedavadan çiftçilere dağıtıyoruz. Bize anason versin ya da vermesin dağıtıyoruz ve çok ilginç asıl amacımız gerçekten anasonu iyileştirmekti ama son 1,5 senedir biz bu iyileştirdiğimiz anasonları kullanıyoruz. Formülde bir değişiklik yapmadık ama anason değişince bir anda tüketicinin deneyimi de değişti ve güzelleşti.” 

Hazır söz Tekel’den açılmışken, Tekel’in kurumsal girişimlerinin rakı kültürüne etkisini sormak istiyoruz biraz da. Günümüz üreticilerine ışık olabilecek projeler planlanmış o dönemde. Kurumsal etkinlikler düzenlenmiş, yayınlar yayımlanmış ancak genellikle kendi bünyesiyle sınırlı kalmış. Rakı kültürüne pek sirayet edememiş. 

“Tekel’in rakı kültürüne çok büyük hizmet ettiğine inanıyorum ben” diyor Kömür. “İnanılmaz iyi bir resim koleksiyonu var Tekel’in. Daha doğrusu varmış, öyle söyleyeyim. Aynı şekilde diğer Tekel kategorileri için de geçerli, çok inanılmaz derecede iyi hizmet sunduğuna inanıyorum kültüre. Öyle olmasa zaten, şu anda insanlar inim inim Ankara Viskisi diye inlemez. Yok işte, Ihlara Brendi, Truva Kanyak diye inlemezler. (…) Bedri Rahmi’nin (Eyüpoğlu) tasarımı var Tekel’in ürünlerinde. İhap Hulusi’yi (Görey) zaten söylemeye gerek yok, çok önemli tasarımcılarla çalışmışlar. Bu arada zaten içki kültürün ve sanatın bir parçasına dönüştüğünde sosyalleşmenin de bir parçası hâline geliyor, bunlar hep iç içe. Yani tavuk mu yumurtan çıkmış, yumurta mı tavuktan diye sormaya benziyor. O içkiyle beraber içinde bulunduğunuz ortamı daha da güzelleştirmenize yarıyor. Şişenin şekli, etiketi, bilmem nesi. Her zaman da öne çıkmış Tekel bu konularda.”  

Kömür buradan hareketle sadece Mey|Diageo’nun değil, her rakı üreticisinin kültüre katkı koyma sorumluluğu olduğunun da altını çiziyor. “Sadece satmak için üretmemesi lazım, mihenk taşlarından birini de koymalı o kültürle ilgili. Öteki türlü var olan pazardan istifade ediyorsunuz demektir. Zaten var olan pazarda çeşme akıyorken suyu doldurup sonra onu şişeleyip satmak var. Bir de taa o dağın tepesindeki nehirden üretim yapıp üretim yaptığın nehrin sürdürülebilirliğini  sağlayarak, o kaynağın tükenmemesi için uğraşmak var.” 

Öte yandan, Diageo aynı zamanda viski markalarıyla da ünlü bir şirket. Viskinin Türkiye’de ciddi bir yükselişte olduğunu biliyoruz. Araştırmalar da gösteriyor ki, her geçen gün daha fazla tüketici viskiyle ilgilenmeye, onu günlük rutinin bir parçası yapmaya başlıyor. Acaba sizin “Bir gün meyhanelerde viski satılmasına dair bir korkunuz var mı?” diye soruyoruz Kömür’e. “Eskiden meyhanelerde şarap içiliyormuş, öyle düşünün. Daha önce yaşanmamış bir şey değil. Eskiden derken üç yüz sene öncesi, dediğim gibi önemli konu meyhanenin devam etmesi, ne içildiğinden ziyade o meyhanede neyin paylaşıldığı. Bir de bu gelecekle ilgili öngörüler çok tehlikeli şeylerdir; hayatta olmaz dersiniz olur, tabii ki olur dersiniz olmaz. Onu bilemem ama benim derdim gerçekten o üçüncü uzay veya üçüncü alan dediğimiz insanların kendilerine olabildikleri yerin devam etmesi, meyhanenin devam etmesi. İçilen rakı olur, votka olur, cin olur, viski olur, başka bir şey olur ama ne olursa olsun bu topraklarda yetişen ürünlerden üretilenini tercih ederim. Sonuçta bu topraklarda 12 bin senedir içki içiliyor. O yüzden ne tüketiliyorsa tüketilsin bu topraklardan üretilmeli, bir gün ithal edilen içkiler daha fazla tüketilirse 12 bin seneye yazık etmiş oluruz. Ne içildiğinden çok, nerede üretildiği önemli. Kaç kişinin içtiğinden çok, kaç kişinin ürettiği önemli. İçkiyle bu topraklarda üretim arasında bir ilişki var. O ilişkiyi devam ettirmek lazım.” 

Viskiyle olan kişisel bağını sorduğumuzda, “Ben içki içmiyorum, rakı içiyorum,” diyor. “Okazyonuna göre içiyorum elbette, ama hayatımın bir parçası değil, böyle söyleyebilirim. Sosyal hareketler bütünümün bir parçasını oluşturmuyor.”  

“Peki favori rakınız nedir?” diye soruyoruz biz de. Zor bir soru olduğunun farkındayız ama üretim çemberinin öte tarafından alacağımız her cevap için de heyecanlıyız. “Sert içim rakı mı daha çok hoşunuza gidiyor yoksa yumuşak içim rakı mı?”  

“Ben içki içmiyorum, rakı içiyorum dememin sebebi bu,” diyor Kömür. “Dolayısıyla çok fark etmiyor. Kiminle içtiğinize, neden içtiğinize ve nerede içtiğinize göre favori rakı değişir.” 

“Sizce ‘ehlikeyf’ kime denir öyleyse?” 

“Ehlikeyf olmanın şartı değil de hani, kim ne olmadan ehlikeyf olmaz? Özgür olmadan ehlikeyf olunmaz. Özgürlüktür kriteri ehlikeyf olmanın. Özgür insan ehlikeyftir.” 

Rakıyla aramızdaki gönül bağını hep hatırlatsak da viskiden, şaraptan, biradan da bahsettik sohbetimiz boyunca. Cumhuriyetin 100. yılı vesilesiyle, “Sizce Cumhuriyet hangi içki olurdu?” diye soruyoruz bunun üzerine Levent Kömür’e. “Muhtemelen rakı olurdu, şarap değil.” diyor. “Şarap daha eski yüzyılların içkisi bu topraklarda, Osmanlı dönemi daha çok. Viski zaten çok girmemiş. Şampanya rakı kadar toplumu yatay kesmediği ve meyhanesi olmadığından dolayı şampanya rakı gibi olamadı. Muhtemelen Cumhuriyet rakıdır; Cumhuriyet ile özdeşleşen içki rakıdır. Bir de yeni kurulan Cumhuriyet’in, Cumhuriyet elitinin kendinle özdeşleştirdiği içki olması da var, Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki kadro Osmanlı İmparatorluğu’ndan gelen insanlar. Artık cumhuriyete geçtiklerini nasıl belirtecekler? O belirtme şekli de rakı aslında. Zaten bence bilinçli olarak da kullanılmış.” 

İkinci yüzyıla girerken, rakı üretim ve kültürünün devamlılığı için temennilerini soruyoruz son olarak. Ne yapılmalı, ne yapılmamalı…

Toplumun sınırlarında olan, marjlarında olan kişilerin hayatlarında rakının yer etmesi lazım. Sanat ve kültürle haşır neşir olan insanların hem yaratarak hem de severek, dinleyerek, bakarak; sanatla ve kültürle haşır neşir olan insanların, aydınların hayatında rakının olması lazım. Bunlar önemli ve umarım şu geçtiğimiz 5-10 senede konuşulduğundan daha az konuşulur rakının içki olarak nitelikleri. Ben onun kültüre çok fayda sağladığını düşünmüyorum. İşte şundan yapılmış, şöyle olmuş, şu kadar yıl bekletilmiş falan, bunları biz de yapıyoruz bu arada, kendimi de tenkit edeyim. Bu gereklilik olduğu için yapıyorsunuz. Umarım tekrar kültürün daha öne çıktığı rakı sofralarını kurup sonradan arkaplana çekildiği bir sofraya tekrar döneriz. Dönmesek de çok önemli değil. Önemli olan zaten o kültürün paydaşlarının kültürü nereye götürdüğü. Benim ne düşündüğüm çok önemli değil.”

Tekel’in alkollü içkiler bölümünün özelleştirmesiyle 2004 yılında kurulan Mey İçki, 2011 yılında uluslararası alkollü içki üreticisi Diageo’nun çatısı altına girdi. Levent Kömür, 6 buçuk yıl boyunca Türkiye’deki rakı üretiminde yaptığı yenilikler ve sürdürülebilir üzüm ve anason tarımı alanındaki inovasyonlarıyla ön plana çıkan Mey|Diageo’nun Genel Müdürü olarak görev yaptı.

Uzun yıllar büyük uluslararası şirketlerde pazarlama alanında çalışan Kömür, 2012
yılında Pazarlama Direktörü ve İcra Kurulu Üyesi olarak Mey İçki ekibine katılmıştır. Kömür, aynı zamanda toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda toplumu bilinçlendirme çalışmaları yürüten Yanındayız Derneği’nin aktif bir üyesidir.

 

Cumhuriyet’in Yüzleri | Levent Kömür | “Rakı ve meyhane toplumu yatay kesen bir yerde duruyor.”

Video +18 olduğu için Youtube hesabınızdan giriş yaparak izleyebilirsiniz.