Fügen Basmacı
“Rakı, diğer içkiler arasında ayrı bir kategori olmayı hak ediyor.“
6. bölüm konuğumuz Fügen Basmacı. Rakının coğrafi işareti kazandırılmasında ve kanunlaştırılmasında ön ayak olan Basmacı ile Tekel’e giriş sürecinden çalıştığı yıllardaki anılarına, TAPDK’nın kuruluşundan monopol piyasasının liberalize edilmesine kadar birçok konuda sohbet ettik.
İçkiler pek çok ülkede benzer yöntemlerle hazırlanan standart ürünler gibi görünse de, kültürel arka planıyla değer kazanan ürünler. Geleneksel üretim yöntemlerinin rolü, kültürel ihtiyaçlar, coğrafi ve etimolojik etkenler içkileri yeniden üretir. Bu nedenle, içkilerin de tıpkı yöresel ürünler gibi coğrafi işaretleri ve ülke mevzuatı ile koruma altına alınan hukuki çerçeveleri var.
İskoçya’da viski, Almanya’da bira ve Fransa’da şampanya uzun yıllardır o ülkelerin konuya ilişkin kanunları ile korunuyorlar. Öte yandan bu toprakların en özgün içkisi olan rakı, Türkiye’de henüz 1997 yılında coğrafi işaretine 2001 yılında kanununa kavuşabilmiş.
Rakıya coğrafi işaret kazandıran ve kanunlaştırılmasına ön ayak olan Fügen Basmacı, Tekel Alkol ve Alkollü İçkiler Müessesesi’nde 25 yıl, Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme Kurumu’nda 5 yıl çalıştı. Şimdilerde rakı kültürü üzerine çeşitli yayın ve atölye çalışmalarına destek vermeye devam ederek bilgi birikimini gelecek kuşağa aktarıyor.
Basmacı ile Tekel’e giriş sürecinden çalıştığı yıllardaki anılarına, rakıya coğrafi işaret kazandırılmasından rakı kültürünün değişimine ve TAPDK’nın kuruluşuna birçok konuda sohbet ettik.
Fügen Basmacı, İTÜ’de kimya mühendisliğinden mezun olduğu dönemde öğrenci olayları ve üniversite kapatılmaları yoğun olduğu için akademik kariyer planlamasını rafa kaldırmış. Tam da bu dönemde özel sektörde çalışmak yerine halkına hizmet edebileceği bir kurumda çalışmak isteyen Basmacı’nın önüne Tekel alım ilanı çıkmış. “Yanlış hatırlamıyorsam 6 kimya mühendisi alınacağı yazıyordu; müracaat prosedürü ile sınav tarihi açıklanmıştı. Müracaatımı yaptım, sınava girdim ve bir süre sonra listeler asıldığında birinci olarak kazandığımı öğrendim. Kurumun beni çağırmasını beklemeye başladım. İki ay geçip haber çıkmayınca, acaba çağrılmadan mı gitmem lazımdı diye düşündüm. Bir şekilde randevu almayı becerip kendisi de mühendis olan Genel Müdür Yardımcımız Sn. Fuat Çilingiroğlu’nun odasına girdiğim zaman, önce hafif bir azar işittim. ‘Sen neredesin kızım? Bak biz altıncıyı bile işe almışız!’ diye. Utana sıkıla çağrılmayı beklediğimi söyledim. Nerede çalışmayı istediğimi sordu; ben yine staj izlenimime dayanıp, laboratuvar ve fabrika olmasın diye ‘Genel Müdürlükte’ dedim. Hemen işe başlayabileceğimi söyledi. O gün Fuat Bey’in en babacan haliyle bana verdiği tavsiye bugün gibi kulaklarımdadır. ‘Bak kızım! Sen teknik insansın. Genel Müdürlük’te çalışsan bile bütün işletmeler de bir süre kal, üretimi öğren. Bir de mutlaka bir yabancı dili iyi öğren. Bunlar olmadan teknik adam olunmaz’ demişti. Teşekkür edip ayrıldım; ama bu sözleri hiç unutmadım. Bana bütün meslek hayatım boyunca yapılmış en içten ve en yararlı nasihatti bu… Böylece 1978 yılında Müskirat İlk Maddeler Alım Şubesi’ne tayin edildim ve 23 yaşında devlet memuriyetine başlamış oldum.”
Genç Türkiye Cumhuriyeti’nin sanayii kuruluşlarına yüklediği her misyonu hakkıyla yürütmeye çalışan Tekel’in bünyesindeki Araştırma Enstitüsü’nün sektör ile kurduğu güven bağını ise şöyle anlatıyor: “(…)Araştırma Enstitüsü’nde çalışan uzman mühendislerimiz piyasanın ve adalet sisteminin ihtiyacı olan her türlü hassas analizi ve teknik araştırmayı yapabilecek konumdaydı. Bu arkadaşlar, Tarım Bakanlığı’na bağlı Tarım İl Müdürlükleri ve Bağcılık Araştırma Enstitüleri, fabrikalarımız her zaman çiftçi ile temas ve teknik destek içindeydi. Tekel’in görünmez destekleri de vardı; örneğin şaraplık üzüm yetiştiren çiftçi üzümünü kampanya döneminde şarap üreticisine beğendiremediyse, Tekel’e sumalık veririm güveniyle rahat uyuyordu.”
Basmacı, Tekel’de çalıştığı dönemlerde hemen her departmanı inceleme ve çalışanlarıyla bağ kurma fırsatı yakalamış. Fabrika çalışanlarını gerek sektörün getirdiği yükü ustaca omuzlamaları gerekse incelikli işleri nedeniyle hep olumlu hatırlıyor: “Alkollü içki sektörü çalışanlarına en çok “çelebi” tanımını yakıştırırım ben; belki uğraş konusunun incelik gerektiren bir iş olmasından, belki alkollü içkinin tadında içilmesinin güzelliği ile dozunun kaçırılması halinde yaşanabilecek çirkinliğin bıçak sırtı hassasiyetinden, ya da binlerce tarım üreticisinin sorumluluğunu hissetmenin yükünden bilemiyorum, ama bizim sektör çalışanı ince, görgülü, bilgili, kanaatkâr, kısaca çelebi olur… Tekel’in fabrikalarında her zaman bir tarih ve olgunluk solunurdu. Fabrikaların kurulması genç Cumhuriyetin idealist kadroları ile ve Fransız Alman uzmanlar eşliğinde yapıldığı için her şey çok yeterli ve gelenekseldi.”
Tekel’in her fabrikasının ayrı bir sürpriz özelliği ile karşılaşmasından bahseden Basmacı, döneminde yapılan her işin nasıl sahiplenildiğini anlatıyor, “Her fabrikada ayrı sürpriz vardı. Bomonti Bira Fabrikası’nın kütüphanesi şaşırtıcı ölçüde kapsamlıydı. Paşabahçe İçki Fabrikası’nın toplantı salonundaki şömine ve üstündeki antik saati seyretmeye doyamazdım toplantı yaptığımız zamanlar. İzmir Fabrikası’nın derinliği tabanından katlarca uzun granit arnavut kaldırımı taşları, 1912’de Aydın Bira Fabrikası olarak kurulduğu günlerden kalma idi ve tek tek korurdu onu fabrikamız; bir altyapı çalışması yapılacağı zaman o taşlar numaralanarak sökülür, tamirat bitince yerine aynı eskisi gibi yerleştirilirdi. Ankara Bira Fabrikası Atatürk’ün mirası, bira, şarap, viski yapan ve her köşesi tarih kokan işletmeydi… Ankara Bira Fabrikasında şarap üretimine başladığı yıldan itibaren yapılan üretimden örneklerin saklandığı bir koleksiyon kavı vardı mesela; birkaç kez yabancı uzmanlarla o kava girdiğimiz zaman tozlu şişeleri gören yabancıların nasıl etkilendiğini hiç unutamam. Ürgüp Şarap Fabrikasının kaya oyma kavları, Urfa Suma Fabrikasının yöre taş işçiliğiyle yapılmış dinlendirme tankları özgün örneklerdi. 1930’larda kurulan Tekirdağ Fabrikası bölge üzümcülüğünün can damarıydı, yolun üst tarafındaki fabrikadan deniz kenarındaki kendi iskelesine hat döşeliydi, o fabrikanın temizliğini hiç unutamam. Likör Fabrikasının yaş meyve işlendiği dönemlerdeki kokusunu size anlatabilmeyi isterdim; çilek, frambuaz, Bodrum mandalinası, portakal kokuları bölgeyi kaplardı. Diyeceğim o ki Tekel tarihine, geleneğine, işine saygılı bir kurumdu ve gerçek bir kurum kültürü oluşturmuştu.”
Rakının diğer distile alkollü içkilerden ayrı bir kategoride olmayı hak ettiğini düşünen Basmacı, “Distile alkollü içkiler temel olarak iki değişik şekilde üretiliyor. Birincisi, zor ve daha değerli olanı, doğrudan tarımsal hammaddeden başlayarak üretilenler. Örneğin konyakta yaş üzümden, viskide arpadan, armut brendisinde armuttan başlayarak gereken hammadde hazırlama işlemlerinden sonra fermantasyon, sonra distilasyon yapılıyor ve bu fermentasyon ile distilasyon süreçleri hammaddenin duyusal özelliklerini korumak amacıyla gayet hassas prosesler olarak sürdürülüyor. Ardından uygun dinlendirme sonrası ürün şişeleniyor. Bu ürünlerin tadım özellikleri mutlaka yapıldığı hammaddeye özgü oluyor. İkinci distile alkollü içkiler grubu ise, tarımsal etil alkolün tad ve koku vermek amacıyla çeşitli işlemlerden geçirilmesi ile hazırlanıyor. (…) Bu bilgi ışığında rakımızın üretim prosesini incelersek, neden gayet değerli bir geleneksel içki olduğu kolayca anlaşılacaktır. Rakı, üzüm gibi çok değerli bir hammaddeden elde ediliyor, yaş veya kuru üzümün önce şırası elde ediliyor, sonra üzümün duyusal özelliklerinin korunması için sırasıyla özenli bir fermentasyon ve distilasyon yapılarak üzüm distilatı yani suma elde ediliyor. Sonra bu suma yine en değerli aromalandırma tekniği olan imbik distilasyonu yöntemiyle ve Türkiye’de yetişen anason tohumu katılarak aromalandırılıyor.”
1980’lerin sonunda ülkemizde Avrupa ile kurulan ilişkiler önem kazandı. O heyecanlı günlerde 1989’da AB 1576 sayılı “Distile Alkollü İçkilerin Tarifi, Tanımı, Sunumu, Etiketlenmesi ve Coğrafi İşaretlerinin Korunması” başlıklı Konsey Tüzüğü yayımlandı. Birçok ülkenin kendine özgü içkilerini coğrafi işaretle koruma altına aldığını algılayan Basmacı, rakının proses olarak ayrı bir başlık altında tanımlanması gerektiğini düşünmüş. AB ile analiz kriterlerinin eşleşmesi için Araştırma Enstitülerinden destek almış ve rakımızı AB tüzüğünün diliyle ifade edecek çalışmalara başlamış. “Türk Rakısı başlıklı dosyayı hazırlayıp, Brüksel’in yolunu tuttum. Daimî Temsilciliğimizin yardımıyla teknik mevzuattan sorumlu AB hukukçularına ulaşıp dosyayı sundum. Ciddiyetle incelediler, argümanın yeterli açıklandığını, ancak Türkiye’nin üyeliği kesinleşmeden AB mevzuatına Türkiye hakkında bir hüküm yazılamayacağını, ancak Tüzük ekindeki Coğrafi İşaretler listesinde “Türk Rakısı” olarak ismimizin yer almasının mümkün olduğunu, çünkü bunun üçüncü ülkelerle ticareti kapsadığını açıkladılar. Tabii bunun için öncelikle kendi ülkemizde Rakı’nın Coğrafi İşaret tescilinin olması gerektiğini söylediler.
Dönünce derhal Rakıya Coğrafi İşaret almak için ne yapılması gerektiğini araştırmaya başladım. Türk Patent Enstitüsü 1994 yılında kurulmuştu; ama henüz ülkemizde Coğrafi İşaretlerin Korunmasına ilişkin Kanun yoktu. Patent Enstitüsünün kurucu başkanı Sayın Uğur Yalçıner’e ulaşıp, ondan bu konuda Kanun teklifi hazırladıklarını, meclisten geçirmek için uğraştıklarını öğrendim. 555 Sayılı Coğrafi İşaretlerin Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname 1995 yılı Haziran ayında yayımlanıncaya kadar hazırlıklarımı tamamladım. KHK’nın uygulama şeklini gösterir Yönetmelik 05.11.1996 günlü Resmi Gazete’de yayımlandığında benim müracaat dosyam da Patent Enstitüsü’nün eline ulaşmış vaziyetteydi ve 25.12.1996 tarihinde Rakı Coğrafi İşaret Tescil Belgesi’ni aldık. O belgede Türk Rakısı’nın Türkiye’de üretilmiş olması, üretiminde Türkiye’de üretilen üzüm ve anasonun kullanılması, üzümün duyusal özelliklerinin korunması için sumanın en yüksek hangi dereceye kadar distile edileceği, rakı aromalandırmasının yapılacağı imbiğin en fazla kaç litrelik olacağı gibi özgün rakı prosesinin tanımlarını kullanmıştım ve bunlar, Rakı’nın sonraki yasal tanımlamalarının temelini oluşturdu.”
1990’larda ülke hızla değişirken Kasım 1994’de 4046 sayılı Özelleştirme Kanunu yayımlandı. Rekabete dayalı piyasa ekonomisinin oluşturulması, devlet bütçesi üzerindeki KİT yükünün azaltılması gibi maddelerin yer aldığı bu kanunla Tekel’in özelleştirme programına alındığı kesinleşti. Bu dönemde Basmacı, 70 yıldır monopol yapının koruması altında kalmış ve yakın dönemde liberalize edilecek içki piyasasının güvenliği nasıl sağlanır konusu üzerine odaklanmış.“Coğrafi İşaret Tescilini alan Tekel Genel Müdürlüğü, artık rakının kanunen hamisi konumundaydı, ama özelleşme sonrası Tekel kalmayacaktı. Bu konu, daha önceki çalışmalarım ile kıyaslanamayacak ölçüde zordu. Dünyadaki monopol örneklerini, onların serbest piyasaya dönüşümlerini anlamak için kolları sıvadım; şimdi hayali bile zor, ama internette arama yapamadığınız yıllardı. Yıllarca ihale düzenlerken tanıdığım yabancı şirket yetkililerinden kendi ülkelerine ait verileri isteyerek bilgi toplamaya başladım, Finlandiya, İsviçre, Kanada derken dünyadaki Alcohol Boardları keşfettim. Türkiye’de de bir Alcohol Board kurulması lazım diye sayıklamaya başladım. En önemlisi de çok gençken Viski ve Bira kanunlarını gördüğüm zaman aklıma gelen konu, artık bir zorunluluk olmuştu. Rakının üretim prosesini bir kanunla koruma altına almazsak, gelenekselliğinin bozulmadan yeni kuşaklara iletilmesi mümkün olamayacaktı. Çünkü rakıya benzeyen, ama asla rakı olmayan anason aromalı distile içki yapmak çok kolay ve ucuz maliyetliydi. Şu anda evde rakı yaptığını zanneden pek çok kişi gibi, etil alkol ile anason esansını karıştırarak az önce anlattığım gibi en kolay yöntemle anason aromalı bir içki yapılabilirdi. Kalite açısından rakı ile kıyaslanması mümkün olmayan bu içkiyi, yasal zorunluluk olmazsa firmalar yapmaya başlayabilir ve bir süre sonra çok daha yüksek maliyetli ve zor olan geleneksel yöntem unutulurdu. Bu da ülkemizin bir kültür varlığının yok olması demekti. Kanuna alınacak metni hazırlayıp Genel Müdürümüzün peşine takıldım. Her fırsatta, her toplantıda piyasa özelleşmeden rakının geleneksel yöntemle üretimini kanun güvencesine almazsak olabilecekleri tekrarlıyordum.”
Rakının kanunen korunması gerektiğini her defasında dile getiren Basmacı, nihayet 2001 yılından piyasa liberalizasyonun önünü açan kanun değişikliğinde rakının tanımını 3.madde olarak kanuna koymanın mutluluğunu yaşamış. Kısa zaman sonra Tekel’in hem sektörde faaliyet gösteren üretici firma olması hem de piyasayı düzenleyecek kamu otoritesi olmasının imkansız olduğu anlaşılmış ve 2002 yılında bağımsız bir Düzenleme Kurumu kurulmuş. TAPDK ile yolu burada kesişen Basmacı, bizatihi Kurum Başkanı tarafından kuruluş için göreve çağrılmış. “Biraz da kendimi kandırmak istedim herhalde; içimden ‘çok bilgi biriktirdim, ben 6 ay içinde gereken uygulama mevzuatını yazar, uygulamayı başlatırım, işleri yoluna koyar evime dönerim’ diye düşünüp Ankara’ya gitmeyi göze aldım ve işe koyuldum. Tabii ki 6 ayda mucizeler yaratmak imkansızdı. TAPDK’nın Alkol ve Alkollü İçkiler Daire Başkanlığı’nı asaleten, Avrupa Birliği ve Bilişim Daire Başkanlıklarını vekaleten 5 yıl boyunca yönettim. Hayatımın en zor beş yılıydı ve 2008 yılında düşündüklerimin büyük kısmını gerçekleştirerek emekli oldum. O beş yıl içinde 120 Resmi Gazete sayfası kadar uygulama mevzuatı hazırlayıp, bir avuç arkadaşımla serbest üretimin ve ithalatın önünü açan ve piyasanın güvenliğini korumaya çalışan bir uygulama bütünü oluşturabilmek için günlerimiz geceye karıştı. (…) Karşımda iki yıldır yatırım izni almayı ve ilk özel rakı üreticisi olmayı sabırsızlıkla bekleyen yerli üretici adayları, Gümrük Birliği kapsamında Türkiye’ye her çeşit alkollü içkiyi serbestçe ithal edebilmeyi bekleyen yurtdışı firmalarının yerli temsilcileri, ‘2001 yılından beri hiçbir şey yapılmadı!’ diye küplere binmiş AB ve Ankara bürokratları vardı. Kanun değişikliği yapıldığından beri ilk defa hesap soracak bir muhatap bulmuşlardı ve mucizeler yaratmamı bekliyorlardı… ”
Basmacı çalıştığı süre içerisinde rakıya halk tarafından değişik tepkilerin geldiğini ve aslında bunların bir çoğunun yanılgıdan öte olmadığını örneklerle dile getiriyor. “Mesela şişenin altındaki şişe üretici firmanın kalıp numarası ile rakının kalitesi arasında ilişki kurmak, ya da az önce anlattığım kalite güvenliği projesi olarak geliştirdiğimiz şişe kapağı üzerinde inkjet sistemle basılan lot numarası ile rakı kalitesi arasında ilişki kurmak. Bunlar sadece tüketicinin fantezi yaratma gücüydü elbette…”
Basmacı bugünün piyasasında rakı üretiminin çeşitlenmesinin güzel bir gelişme olduğundan ancak rakının eskiye göre güvenirliğinin kaybolduğundan bahsediyor. “Tekel yıllarında biz piyasada şişelenmiş gıda alkolünü üzerine rakı vergisi eklemeden satıyorduk; ama bugünkü gibi bu alkole anason esansı katıp, tadım özellikleri hiçbir şekilde rakıya yanaşamayacak bir karışım yapıp bunu rakı niyetine içen, eşine dostuna ikram eden yoktu. Şimdi etil alkol satılmıyor ama evde rakı taklidi içki yapımı gittikçe yaygınlaşıyor. Demek ki insanlar kökenini bilmedikleri alkolü alıp evde içki yapmaya çalışıyorlar. Bu sağlık açısından da çok riskli, rakının tadının unutulmaya başlaması açısından da çok acı.”
Yurtdışındaki üreticilerin anason aromalı içkilerin etiketinde “Raki” tanımını kullanmasını ve kanunen bu duruma hiç tepki göstermememizi ise diğer büyük kayıplardan biri olarak gören Basmacı şöyle diyor: “Sadece devletin politika geliştirmesinin de yeterli olacağına inanmıyorum. Bugün rakı kültürünü koruyarak ileri nesillere taşımak görevi, sektörde üretici olarak faaliyet gösteren yasal firmaların da sırtındadır. Sadece kendi ürünlerini güzelleştirmek, kendi ürünlerini çeşitlendirmek, kendi ürünlerini tanıtmaya çalışmak bugünü kurtarıyor gibi görünse de rakının geleceğini kurtarmaya yeterli olmayacaktır. Geleceği yönetmek için biraz daha uzun vade ile düşünmek, biraz daha vizyoner bakmak gerekiyor diye düşünüyorum.17
Üreticilerin bir araya gelerek güçlü bir birlik oluşturmasını ve Türk rakısının tüm dünyaya bu ülkenin özgün ürünü olarak tanıtılmasını misyon edinmelerini bekliyorum. Örnek isterseniz, Scottish Whiskey Assosiation ne iş yapar diye bir bakın. Google’da karşınıza çıkan ilk cümle şöyle olacaktır: ‘İskoç viski sanayiinin gelecekteki devamlılığını güvence altına almak’. İlham alabileceğimiz güzel bir örnek bence. Türk rakısının da bu vizyonu hak ettiğine ve yerli üreticilerimizin Tekel’in yıllarca taşıdığı bayrağı devralacağına inanıyorum…”
Basmacı, rakının geleneksel Türk içkisi olarak korunması konusunda kısaca şunları sıralıyor: Öncelikle ilgili kamu otoriteleri ve sektör aktörleri bir araya gelmeli, içki piyasasının güvenliğinin geliştirilmesi için bir model yaratılmaya çalışılmalı. Dünya uygulamaları incelenerek bu uygulamalardan ilham alınmalı. Türkiye bürokrasisinin yapısına uygun bir model oluşturulmalı, çok kapsamlı bir rapor hazırlanmalı. Bu rapor uyarınca ilgili kamu otoriteleri gerekli mevzuat iyileştirmelerini yapmalı. Uygulamaların gerçekleşmesi için gereken uzman kamu kadroları oluşturulmalı.
Mevcut yasa uyarınca Türk rakısının yurtiçinde veya yurtdışına dökme olarak sevk edilmesi imkansız. Bu kural, rakının Türkiye’ye özgü geleneksel ürün olarak korunması açısından çok önemli. Dolayısıyla özenle korunmalı ve denetlenmeli.
Alkollü içki piyasasını düzenleyen kamu otoritesi, piyasaya rakı veren tüm firmaların hammadde girdilerinin miktarı ile ürün miktarları arasında kütle dengesini aylık üretim raporları üzerinden kontrol etmeli. Bu şekilde piyasaya sunulan rakının kanuna ve kendi etiket bilgilerine uygunluğu kesinleştirilmeli.
Devlet vergi gelirlerini korumak, tarım üreticisini desteklemek, firmalar arası haksız rekabeti önlemek ve rakı tüketicisinin güvenle ürüne ulaşmasını sağlamak açısından özenle düzenlenmiş ve sağlıklı işleyen bir alkollü içki piyasası kurabilmek ve sürekliliğini sağlamak çok önemli.”
Fügen Basmacı 15 Ekim 1955 tarihinde İstanbul’da doğdu. İlk ve orta öğrenimini İstanbul’da yaptı. İstanbul Teknik Üniversitesi Kimya Mühendisliği’nden mezun olup, aynı fakültede lisansüstü eğitimini tamamladı. Tekel Alkollü İçkiler Sanayii Müessesesi’nde uzun yıllar değişik kademelerde yöneticilik yaparken yürüttüğü projeler arasında Türk Rakısının kanun kapsamına alınması da vardı. Ardından TAPDK’nın kuruluşunda Alkol ve Alkollü İçkiler Daire Başkanı görevi ile alkollü içki sektöründe monopol piyasasının liberalizasyonu çalışmalarını yönetti ve 5 yılın sonunda emekliye ayrıldı. Günümüzde rakı kültürü üzerine çeşitli yayın ve atölye çalışmalarına destek vermeye devam ediyor.
Cumhuriyet’in Yüzleri | Fügen Basmacı | “Rakı, diğer içkiler arasında ayrı bir kategori olmayı hak ediyor.”
Video +18 olduğu için Youtube hesabınızdan giriş yaparak izleyebilirsiniz.