Arif Kızıltay
“Meyhane meyhanedir: Biz değiştireceğiz kendimizi!”
Cumhuriyet’in Yüzleri: 100 Yılın Rakı Hafızası projesi kapsamında Safa’nın ikinci kuşak işletmecisi Arif Kızıltay ile görüştük. Kızıltay, Yedikule’nin eski günlerinden 6-7 Eylül olaylarına, hayatından detaylara, Safa’nın tarihinden meyhanecilik kültürüne birçok konudan bahsetti.
Bazı meyhaneler semboldür. Akla ilk gelen sembol meyhanelerden birisi de hiç kuşkusuz Yedikule’nin İmrahor bölgesinde bulunan Safa Meyhanesi.
Safa; Av Mevsimi, Gönül Yarası, Kabadayı, Kapalıçarşı gibi akıllara kazınan film ve dizilere, Aydın Boysan’dan Vefa Zat’a birçok anason âleminin meşhur ismine ev sahipliği yapmıştır. Muhteşem dekoru, lezzetli menüsü ve 100 yıllık tarihine rağmen kuşkusuz Safa meyhanesine hiç gitmemiş milyonlar vardır. Ancak görmemiş insan sayısı pek azdır. Ortalama bir yetişkin Safa’yı yukarıdaki filmlerin birinde değilse bile Deniz Seki’nin ünlü Masal klibinde denk gelmiştir.
Değişik rivayetlere göre Safa, 1895’te Fransız demiryolu işçilerinin eğlenmesi için açılan bir lokal. Ancak bildiğimiz Safa, 1948’de Süleyman Kızıltay ve oğlu Arif Kızıltay’ın mekânın işletmesini devralmasıyla başlıyor.
Biz de Cumhuriyetin Yüzleri: 100 Yılın Rakı Hafızası projesi kapsamında Safa’nın ikinci kuşak işletmecisi Arif Kızıltay ile görüştük. Kızıltay, Yedikule’nin eski günlerinden 6-7 Eylül olaylarına, hayatından detaylara, Safa’nın tarihinden meyhanecilik kültürüne birçok konudan bahsetti.
Arif Kızıltay’ın dedesi Arnavutluk İşkodra’da doğmuş. Dede Kızıltay, canlı hayvan ticaretiyle uğraşıyormuş. Hayvanlar gemiyle Türkiye’ye getirilirken yolculuk esnasında birçok kez telef olmuş. Bu işin çok külfetli bir hâle gelmesi İstanbul’a taşınmasını da zorunlu kılmış. O sırada Kastamonulu bir kadınla tanışıp evlenen dedenin 1914’te oğlu Süleyman doğmuş. Dede ilk önce Arnavutların yoğun olarak göç ettiği Üsküdar’a yerleşmek istemiş ancak uygun ev bulamayınca Kazlıçeşme’ye yerleşmiş. Gençliğini Kazlıçeşme’de geçiren Süleyman Kızıltay fabrikada çalışmaya başlayıp kısa sürede kösele ustası olmuş. Bir süre sonra da bir aile ziyaretinde tanıştığı hanımefendiyle evlenmiş.
1940’lara gelindiğinde Süleyman Bey bazı anlaşmazlıklar dolayısıyla fabrikadan ayrılıp o sıra hamile olan eşini de alarak Yedikule’ye taşınmış. Fatih’in İmrahor bölgesinde bir kahvehane devralan Süleyman Bey esnaflık işine hızla alışmış. Bu dönemlerde çocukluğunu yaşayan Arif Kızıltay, Yedikule sakinlerinin çeşitliliğini şu sözlerle dile getiriyor. “Kimisi kuyumcu, kimisi fabrikatör, kimisi kumaşçı, kimisi gümüşçü, kimisi bilmem neci. Yani iş sahipleri ama iç içe yaşadığımız için bir kardeşlik havası içinde Yedikule. Burada o dönem neredeyse tek Türk bizdik. Diğerleri hepsi gayrimüslim vatandaşlarımız. Benim sünnet yatağımı Sultan teyzeler, yani Sultan Hanım Rumdu, ve onun kızları falan hazırladı. Öyle iç içeyiz yani.”
Bu sıralarda mahalle sakini İnekçi Ali Bey de Yedikule’de sevilen bir meyhanenin mülk sahibiymiş. Uzun süredir meyhanenin işletmesini yapan kiracılarla bir türlü anlaşamayan Ali Bey meyhane işletmeciliğini Süleyman Bey’e teklif etmiş.
Süleyman Bey meyhaneyi ilk aldığında içine girilemeyecek kadar harap hâldeymiş. Buzdolabı yokmuş ve mezelerin günlük yapılmasına çok dikkat ediliyormuş. Saat 5’te açılan meyhanenin Süleyman Bey dışında bir aşçısı, bir de garsonu varmış. Öğlen mahallede kunduracılık yapan Açık Bey akşam dükkânını kapatıp meyhaneye, servise gelirmiş. Arif Bey de 10 yaşlarında okuldan sonra büfede bardak kurulayarak meyhane işine başlamış. Sonrasında ise temizlik, çiroz ayıklamak gibi işler derken Arif Bey daha çocukluktan meyhaneciliğin detaylarına hâkim olmuş.
Arif Bey çevre semtlerdeki günlük hayatın ne kadar renkli olduğunu “Samatya o dönemler namıdiğer Küçük Paris’ti. Çünkü Yedikule daha ölüydü. Üç tane meyhanesi vardı buranın. Ama Samatya öyle değildi. Sahil yolunda, deniz üstünde belki en az on tane gazino vardı. Babam haftada bir gün annem, ben ve kız kardeşimi alırdı, yürüyerek Narlıkapı’dan Samatya’ya giderdik. Sandalcıyı tanırdı, sandala binerdik. Sonra doğru Çakıl Gazinosu’na. Yalnız biz değildik ama sandalla giden. Venedik gibiydi, gidenler gelenler. Her sandalda lambalar yanardı. İnsanlar hep birbirini tanırdı.” sözleriyle anlatıyor.
Safa’nın müşterileri o dönem çoğunlukla semt sakinleri. Arif Bey o dönem ırk, dil, din ayrımının olmadığı bir mahalle kültüründen bahsediyor. Sokak; Rum Kasap, Kelleci Arnavut Ferhat Amca, Ermeni Nişan Usta, Lakerdacı Rum Abi gibi yoğun olarak gayrimüslim esnaftan oluşuyor. Akşam işten çıkan gayrimüslimler meyhanenin arkasında bulunan bahçede ayakta içki içerlermiş. Ayakta içen müşteriler dağılınca masa müşterisi gelirmiş. Sahanda yumurta eskiden ara sıcak olarak verilirmiş. Bir tek lakerda dışarıdan alınırmış. O kadar çok balık varmış ki mezeler hep balıkla yapılırmış.
Pazar günü kiliseden çıkan Hıristiyan mahalle sakinleri meyhaneye gelirmiş. Hesaplar ayrı ayrı tutulur, kimse birbirine karışmadan tek tek paralar ödenirmiş. Arif Kızıltay bu durumu “60’lı yıllardan sonra Almanya’ya göç başladı. Alman usulü hesap dediler. Hayır Hıristiyan usulüydü,” sözleriyle aktarıyor.
Etnik çeşitliliği zengin Yedikule’de 6-7 Eylül olayları da derinden hissedilmiş. Henüz 14 yaşında olan Arif Bey o güne Safa’da şahit olmuş. “O günü çok iyi hatırlıyorum. Mikhail Amca vardı karşı dükkânda, oraya girdiler. Yanındaki kahve Türk, ona girmediler. Tavukçu Tanış Amca vardı, orayı yerle bir ettiler. Yanımızda Kasap Stavro Amca vardı, orayı da yerle bir ediyorlardı. Kunduracı Açık Abi’nin dükkânına da girdiler. (…) Babam nereden bulmuşsa Türk bayraklarını verdi. O zaman camların önünde demirler var. Bayrakların hepsini demirlere astım. 5-10 dakika sonra büyük bir gürültü koptu. Ellerinde palalar ve kılıçlarla sokaklara girdiler. Sokakta her yeri tarumar ettiler ama buraya girmediler.”
Safa açıldığından beri değişmeyen en önemli geleneklerden biri kömür ateşinde yapılan yemekler. Teknik ve maddi yetersizlikler yüzünden bu şekilde başlayan yemek servisi yıllar içerisinde Süleyman Bey’in ızgara servisi ve mutfak alanı yaratmasıyla çeşitlenmiş. Hatta bir dönem öğlenleri mahallenin etrafında bulunan gazhane, deri atölyeleri, kurdela fabrikası gibi çeşitli yerlerden gelen işçilere esnaf lokantası yemekleri sunulmuş. Çocukluk ve gençlik dönemlerini Safa’da çalışarak geçiren Arif Kızıltay aile durumlarından bunalınca uzun bir süre Safa’dan uzaklaşmış. Tabakhanelerde çalışarak geçimini sağlayan Kızıltay bir yandan da Safa’nın özlemini çekmiş. 1995 yılına gelindiğinde ise Arif Bey babası Süleyman Bey’in ısrarlarını kıramayıp meyhane işlerine geri dönmüş. Döndüğünde artık yaşlanmış olan babasından işletmeyi devralan Arif Bey, mekânda herhangi bir değişiklik yapmamış. 24 yıl ara vermesine rağmen 10 yaşından beri bu işi bildiği için hızlıca uyum sağlamış. 2 yıl sonra 1997’de baba Süleyman Kızıltay vefat etmiş.
Babasının ölümünden sonra Safa’ya yeni insan potansiyeli çekmek için fikirler üretmeye çalışan Arif Bey’in kapısı bir gün ilginç bir teklifle çalınmış. 1997 yılında mekâna gelen, radyo çalışanlarından oluşan bir grup Arif Bey’e mekânın tanıtımı için reklam jingle’ı ve logo yapmayı teklif etmiş. Yeni Türkü’nün o dönem yeni çıkmış Yedikule şarkısının sözleri değiştirilerek yapılan bu jingle radyoda günde 4-5 defa yayınlanmış. Arif Bey, reklamdan 10 gün sonra hem müşteri potansiyelinin değiştiğini hem de farklı insanların reklamı duyup geldiğini söylüyor. Bu reklamdan kısa bir süre sonra ise Nihat Sırdar radyo programlarında sürekli olarak Safa’dan bahsetmeye başlamış. Yedikule civarında büyüyen Sırdar’ın babası da Safa’nın eski müdavimlerindenmiş. Çocukken Nihat Sırdar’ı alıp Safa’ya gider, girişteki masalarda oturup yemek yermiş. Safa bu yüzden Nihat Sırdar’da derin bir iz bırakmış. İlerleyen dönemlerde Arif Bey, Nihat Sırdar ile tanışmış ve ilişkileri hâlâ çok yakın bir şekilde devam etmekte.
Safa’nın bozulmayan iç mekân dekorasyonu sinema ve dizi sektörünün de ilgisini çekmiş. Av Mevsimi, Gönül Yarası, Kabadayı, Kapalıçarşı gibi akıllara kazınan film ve dizilere ev sahipliği yapan Safa, birçok müzik klibinde de kullanılmış.
Safa’nın bölge için çok önemli olduğunu belirten Arif Bey, bir gün Safa kapanırsa bulundukları bölgenin de büyük bir anlamda önemini ve değerini yitireceğini söylüyor. Bu nedenle maddi kaygılardan arınmaya çalışarak semt için önem taşıyan Safa geleneğini devam ettiriyorlar. Arif Bey Safa’nın meyhane kültüründeki önemini “Safa’da oturup rakı içmek bir insanın ölmeden önce yapacaklarından bir tanesidir. Yedikule Safa’ya geleceksin, rakı içeceksin. Burada rakı içmek ömrü uzatır,” sözleriyle anlatıyor.
Arif Kızıltay meyhaneciliğin en önemli noktasının müşteriye değer vermek olduğunu ve babasından aldığı en büyük emanetin bu değer olduğunu belirtiyor. Meyhane kültürünün geleceği hakkındaki düşüncelerini ise “Meyhane kültüründe insanlar kendini değiştirecek. İnsanlar birbirine saygı gösterecek. Meyhane değişmez ki, meyhane meyhanedir. Biz değiştireceğiz kendimizi. Bu masa o masayı rahatsız etmeyecek. Gülecek, eğlenecek, oynayacak. (…)” şeklinde açıklıyor.
Çok yaşasın Safa. Sağlığınıza.
İstanbul Yedikule’de bulunan Safa Meyhanesi, 100 yıllık tarihi, birçok film ve diziye ev sahipliği yapmasıyla sembol meyhanelerden biridir. Değişik rivayetlere göre Safa, 1895’te Fransız demiryolu işçilerinin eğlenmesi için açılan bir lokal. Ancak bildiğimiz Safa, 1948’de Süleyman Kızıltay mekânın işletmesini devralmasıyla başlıyor. Süleyman Bey’in oğlu Arif Kızıltay ise Safa’nın ikinci kuşak işletmecisi ve meyhanenin daha geniş kitlelere tanıtılmasında önemli rol oynamıştır.
Cumhuriyet’in Yüzleri | Arif Kızıltay | “Meyhane meyhanedir: Biz değiştireceğiz kendimizi!”
Video +18 olduğu için Youtube hesabınızdan giriş yaparak izleyebilirsiniz.